25 Eylül 2014 Perşembe

Müdahale IŞİD’e Mi, Devrime Mi?

Tarihi baştan sona incelersek istemediğimiz kadar örneğini görürüz, arkasına gayrimüslim yabancı bir gücü alanların sonunu... Moğollar, Haçlı seferleri, İngiliz işgalleri ve ABD saldırıları; ümmet coğrafyasını her zaman perişan etmiştir. Sonu kanlı biten anlaşmalarla dolu tarihe bakanlar, bir dış gücün İslam coğrafyasına barış getirmediğini görecektir. Tarih, ibret alanlar için çok nettir.

11 EYLÜL’ÜN SONUCU MU, SONUCUN 11 EYLÜL’Ü MÜ?
1980'den 2000 yılına kadar 26 ayrı ülkede, Amerika 8.800.000 Müslümanı katletti. Birileri çıkıp “11 Eylül saldırısı yüzünden Müslümanlar öldü, yaşanmasaydı bu kadar zayiat verilmezdi, Amerika sebepsiz yere vurmaz” argümanlarını her seferinde kullanırsa ya ikiyüzlüdür, ya ahmak. Amerika veya diğer büyük güç odaklarının boyunduruğu altında yaşamayı zillet olarak gören belli İslam bölgelerine küresel bir saldırı olduğunu görmeyen; bu huzur ve barış ortamının yalandan ibaret, egemenliğin zorba ve gaddar olduğunu düşünmeyen, dininin esaslarına aykırı bulmayan, her direnişi terör eylemi olarak sayan herkes için de geçerlidir bu.

Halen daha 11 Eylül saldırısını saçma, gereksiz ve zararlı addeden ciddi sayıda bir güruh var. Halen daha diyorum, zira İslam coğrafyasının ahvali ortada. Amerika öldürürken sorun yok, ona cevap verilince "İslam kirletiliyor, hepsi terörist"... O zaman soralım: Bu savaşı önce kim başlattı? Yine soralım: 11 Eylül yaşandığı için mi Amerika Müslümanlara savaş açtı, yoksa Amerika Müslümanlara savaş açtığı için mi 11 Eylül yaşandı?

SURİYE VE AMERİKA ÜZERİNE
11 Eylül’e ve Irak’ın işgaline mutabık olamayacak kadar küçüktüm, o zaman için anlayamadım ve göremedim; ama bugün Arap Baharını, Suriye direnişini, direnişin kaynağını, batıyı ve Amerika’yı gördüm, allahualem. Neydi gördüklerim? Maskeler ve ardındakiler, kapitalizmin kuşatıcı baskıcılığı, dünya ekseninin çarkı, maşa devletlerin kilit rolleri…

Son 3 yılda yaşananları özetleyelim. Gerçekleşenler en yalın haliyle şu:
Suriye halkı ve Müslümanlar, uzun yıllardır maruz kaldıkları eziyetin ardından bir devrim girişimine imza attı ve zalimliği köpekliğiyle yarışacak olan Esad'a yeter dedi. Nusra, Devle, IŞİD, Ahraruşşam (ve daha benim bilmediğim silahlı gruplar) gibi camiaların kurulması ve Esad'a başkaldırması, aslında Suriye'de alışılagelmiş şekilde yaşanan kıyamlar sonucunda doğal sürecin bir parçasıydı ve tıpkı Arap Baharı gibi, bir gün bunların yaşanılacağı tahmin ediliyordu.

Çok kanlı savaşlar gerçekleşti. Mücadele her iki taraf için de oldukça zorlayıcıydı elbette. Irak ve Şii tabanlı İran bu savaşa birebir katılırken körfez ülkeleri, Suud yönetimi ve bazı Arap ülkelerinin yanında, o bölgeden bağımsız olmasına rağmen petrol kaynağı ve çıkarı olan devletler ise silah sevkiyatı ve para yardımında bulundu; ilginçtir ki hepsi de Şia’ya mutabık Baas rejimi lehine çalıştı.

Amerika ve batı devletleri yaşanan hadiseleri seyretmekle yetindi, yer yer savaşı kızıştırdı. Ancak bu kez fitne batıdan değil, İslam coğrafyasından çıktı ve birbirimizi yedik. Baas rejimine muhalif gruplar arasında da çatışmalar eksik olmadı. Mezhep savaşına nispetle itikadî bir mücadele yaşandı. Tartışmalar, silahları konuştursa da sonuçta bu gruplar arasından IŞİD, aşiretleri de arkasına alarak halifeliğini ilan etti.

Türkiye askeri ve maddi anlamda bu savaşın neresindeydi, tam bilemiyoruz ancak Türkiye’deki muhafazakârların konumu, iktidarla paralel bir anlayıştı: Terörist IŞİD! Tabi ki sadece IŞİD terörist değildi. Reel politiğe tabii olanların gözünde, dünya sistemini reddedip kendi rejimini kurmak için mücadele veren herkes teröristti. Terörizm yaftası IŞİD’den ziyade, peygamber mührüne, Müslümanca yaşam ve düşünce tarzına, tevhid bayrağına, sakala ve bilumum İslami sembol ve değere verildi; etiket olarak IŞİD kullanıldı.

Suriye’deki çatışmalar daha sonra PKK uzantısı olan PYD ile devam etti ve PKK hiç vermediği zayiatı IŞİD’e karşı verdi. Hilafetin ilanı, IŞİD’in savaş tarzının ürkütücü bulunması, elde durmayacak kadar büyümesi ve benzer etkenler emperyalistler tarafından tehlike olarak addedilmeye başlandı. Sonuçta Amerika ve sözde insani değerlere sahip çıkan Birleşmiş Milletler, Suriye'de son 3 yılda görülen en büyük kıyımın sorumlusu Baas rejiminden ziyade IŞİD’i hedef tahtasına oturttu.

Amerika tarafından "IŞİD’e müdahale" adı altında bir koalisyon kuruldu, o güne dek İslam coğrafyasındaki zalimliklere ve insanlık dışı muamelelere sesini çıkarmayan Arap devletleri de bu organizasyona katıldı. Baas rejimi haricinde, koalisyonu destekleyenler arasında PYD, Lübnan, Şii gruplar ve Arap devletlerinin olması bir sonuca işaret ediyordu: Koalisyonun toplanma ve müdahale etme amacı; sadece IŞİD’i değil, varlığıyla dahi emperyalist sistemi tehdit eden Sünni yapılanmalara gözdağı vermek ve onları akamete uğratmak.

Türkiye'nin; Sünnilerin çoğunlukta olduğu bir devlet olması göz önüne alındığında koalisyona katılmaması bekleniyordu. Ancak Erdoğan askeri destek sağlanmayacağını söylese de, Amerika’ya gittiğinde ters köşe yaparak koalisyona tam destek verileceğini açıkladı.

SONUÇ
Bir kez daha gördük ki batı müdahalelerinin amacı; hiçbir zaman zulme karşı olmak değil, tüm organlarını ayakta tutmak ve kendilerine biat eden yönetimleri savunmaktır. Bu işgal ve katliamlarına uydurdukları kılıfları ise; “barış yolu”, “demokrasi gücü” ve “huzur ortamı” kavramlarıdır. Kurdukları döngüye karşı tavır alanları terörist ilan etmek huylarıdır. Aslında dış dünyadan bağımsız evinde oturup az buçuk televizyon izleyen 60 yaş üstü bir amca bile aslî hedef tahtasında Sünnilerin olduğunu görür.

Hadiseler maskelerin altındaki kuklaları görmemizi sağlıyor. Son 12 yılda Müslümanların yararına yapılan özgürlükler göz dolduruyor. Baskılarla dolu onca yılın ardından kurulan bu “Yeni Türkiye”, muhafazakâr bir lider tarafından yapılınca daha duygusal sonuçları doğuruyor.

Sayısı yüzde 90’lara oynayan Müslüman kesimin başında bir Müslüman var. Buraya kadar ideal bir ülke. Devlet ise demokratik ve laik. Peki Yeni Türkiye’nin sunduğu Müslüman modeli ve devleti nasıl?  Kendisine verilen sınırlar içinde "özgürlüğünün" tadını çıkarıp, yiyip, içip, gezip tozmaktan beyni uyuşmuş, sömürülen halklardan haberi olmayan, laikliğe entegre olmuş, İslamî değerlerle milli değerleri harmanlamış ve kutsallaştırmış vatandaş. Yalnız rest çekmekten anlayan ama şahsi bir tavrı olmayıp diğer devletlere ayak uydurmaya çalışan, demokrasi zokasını yutmuş bir devlet.

Ta 2003'ten beri; Irak tezkeresinde iktidarın tavrı, aslında bizim neden hükümeti desteklemediğimizin açık bir özeti: Ilımlı İslam politikası. Kendi içinde muhafazakâr, dış dünyaya sembolik katkısı olan, Amerika’nın hoşuna giden laik ve demokratik bir ülkeyiz. Bundandır muhalefetimiz.

Türkiye’nin özeti: "Liselerde başörtüsü serbest olmuş, Suriye’de başörtülü bacılarımızın başına bomba yağarken bize ne?"

-----


Ne diyordu Seyyid Kutub: “Batılılardan nefret ediyorum, Amerika’dan nefret ediyorum; ama daha çok Amerika’nın vicdanına sığınan Müslümanlardan nefret ediyorum.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder