Tarihi baştan sona incelersek istemediğimiz
kadar örneğini görürüz, arkasına gayrimüslim yabancı bir gücü alanların sonunu...
Moğollar, Haçlı seferleri, İngiliz işgalleri ve ABD saldırıları; ümmet
coğrafyasını her zaman perişan etmiştir. Sonu
kanlı biten anlaşmalarla dolu tarihe bakanlar, bir dış gücün İslam coğrafyasına
barış getirmediğini görecektir. Tarih, ibret alanlar için çok nettir.
11 EYLÜL’ÜN
SONUCU MU, SONUCUN 11 EYLÜL’Ü MÜ?
1980'den 2000 yılına kadar 26 ayrı ülkede, Amerika
8.800.000 Müslümanı katletti. Birileri çıkıp “11 Eylül saldırısı yüzünden Müslümanlar
öldü, yaşanmasaydı bu kadar zayiat verilmezdi, Amerika sebepsiz yere vurmaz” argümanlarını
her seferinde kullanırsa ya ikiyüzlüdür, ya ahmak. Amerika veya diğer büyük güç
odaklarının boyunduruğu altında yaşamayı zillet olarak gören belli İslam
bölgelerine küresel bir saldırı olduğunu görmeyen; bu huzur ve barış ortamının yalandan
ibaret, egemenliğin zorba ve gaddar olduğunu düşünmeyen, dininin esaslarına
aykırı bulmayan, her direnişi terör eylemi olarak sayan herkes için de
geçerlidir bu.
Halen daha 11 Eylül saldırısını saçma,
gereksiz ve zararlı addeden ciddi sayıda bir güruh var. Halen daha diyorum, zira
İslam coğrafyasının ahvali ortada. Amerika öldürürken sorun yok, ona cevap
verilince "İslam kirletiliyor, hepsi terörist"... O zaman soralım: Bu
savaşı önce kim başlattı? Yine soralım: 11
Eylül yaşandığı için mi Amerika Müslümanlara savaş açtı, yoksa Amerika Müslümanlara
savaş açtığı için mi 11 Eylül yaşandı?
SURİYE VE AMERİKA
ÜZERİNE
11 Eylül’e ve Irak’ın işgaline mutabık
olamayacak kadar küçüktüm, o zaman için anlayamadım ve göremedim; ama bugün Arap
Baharını, Suriye direnişini, direnişin kaynağını, batıyı ve Amerika’yı gördüm, allahualem.
Neydi gördüklerim? Maskeler ve ardındakiler, kapitalizmin kuşatıcı baskıcılığı,
dünya ekseninin çarkı, maşa devletlerin kilit rolleri…
Son 3 yılda
yaşananları özetleyelim. Gerçekleşenler en yalın haliyle şu:
Suriye halkı ve Müslümanlar, uzun yıllardır maruz
kaldıkları eziyetin ardından bir devrim girişimine imza attı ve zalimliği
köpekliğiyle yarışacak olan Esad'a yeter dedi. Nusra, Devle, IŞİD, Ahraruşşam (ve
daha benim bilmediğim silahlı gruplar) gibi camiaların kurulması ve Esad'a başkaldırması, aslında Suriye'de alışılagelmiş
şekilde yaşanan kıyamlar sonucunda doğal sürecin bir parçasıydı ve tıpkı
Arap Baharı gibi, bir gün bunların yaşanılacağı tahmin ediliyordu.
Çok kanlı savaşlar gerçekleşti. Mücadele her
iki taraf için de oldukça zorlayıcıydı elbette. Irak ve Şii tabanlı İran bu
savaşa birebir katılırken körfez ülkeleri, Suud yönetimi ve bazı Arap
ülkelerinin yanında, o bölgeden bağımsız olmasına rağmen petrol kaynağı ve
çıkarı olan devletler ise silah sevkiyatı ve para yardımında bulundu; ilginçtir
ki hepsi de Şia’ya mutabık Baas rejimi lehine çalıştı.
Amerika ve batı devletleri yaşanan hadiseleri
seyretmekle yetindi, yer yer savaşı kızıştırdı. Ancak bu kez fitne batıdan
değil, İslam coğrafyasından çıktı ve birbirimizi yedik. Baas rejimine muhalif
gruplar arasında da çatışmalar eksik olmadı. Mezhep savaşına nispetle itikadî
bir mücadele yaşandı. Tartışmalar, silahları konuştursa da sonuçta bu gruplar
arasından IŞİD, aşiretleri de arkasına alarak halifeliğini ilan etti.
Türkiye askeri ve maddi anlamda bu savaşın
neresindeydi, tam bilemiyoruz ancak Türkiye’deki muhafazakârların konumu,
iktidarla paralel bir anlayıştı: Terörist IŞİD! Tabi ki sadece IŞİD terörist
değildi. Reel politiğe tabii olanların
gözünde, dünya sistemini reddedip kendi rejimini kurmak için mücadele veren
herkes teröristti. Terörizm yaftası IŞİD’den ziyade, peygamber mührüne, Müslümanca
yaşam ve düşünce tarzına, tevhid bayrağına, sakala ve bilumum İslami sembol ve
değere verildi; etiket olarak IŞİD kullanıldı.
Suriye’deki çatışmalar daha sonra PKK uzantısı
olan PYD ile devam etti ve PKK hiç vermediği zayiatı IŞİD’e karşı verdi. Hilafetin
ilanı, IŞİD’in savaş tarzının ürkütücü bulunması, elde durmayacak kadar
büyümesi ve benzer etkenler emperyalistler tarafından tehlike olarak
addedilmeye başlandı. Sonuçta Amerika ve sözde insani değerlere sahip çıkan Birleşmiş
Milletler, Suriye'de son 3 yılda görülen
en büyük kıyımın sorumlusu Baas rejiminden ziyade IŞİD’i hedef tahtasına
oturttu.
Amerika tarafından "IŞİD’e müdahale"
adı altında bir koalisyon kuruldu, o
güne dek İslam coğrafyasındaki zalimliklere ve insanlık dışı muamelelere sesini
çıkarmayan Arap devletleri de bu organizasyona katıldı. Baas rejimi
haricinde, koalisyonu destekleyenler arasında PYD, Lübnan, Şii gruplar ve Arap
devletlerinin olması bir sonuca işaret ediyordu: Koalisyonun toplanma ve müdahale etme amacı; sadece IŞİD’i değil,
varlığıyla dahi emperyalist sistemi tehdit eden Sünni yapılanmalara gözdağı
vermek ve onları akamete uğratmak.
Türkiye'nin; Sünnilerin çoğunlukta olduğu bir
devlet olması göz önüne alındığında koalisyona katılmaması bekleniyordu. Ancak Erdoğan
askeri destek sağlanmayacağını söylese de, Amerika’ya gittiğinde ters köşe
yaparak koalisyona tam destek verileceğini açıkladı.
SONUÇ
Bir kez daha gördük ki batı müdahalelerinin
amacı; hiçbir zaman zulme karşı olmak değil, tüm organlarını ayakta tutmak ve kendilerine
biat eden yönetimleri savunmaktır. Bu işgal ve katliamlarına uydurdukları
kılıfları ise; “barış yolu”, “demokrasi gücü” ve “huzur ortamı” kavramlarıdır. Kurdukları döngüye karşı tavır alanları
terörist ilan etmek huylarıdır. Aslında dış dünyadan bağımsız evinde oturup
az buçuk televizyon izleyen 60 yaş üstü bir amca bile aslî hedef tahtasında Sünnilerin
olduğunu görür.
Hadiseler maskelerin altındaki kuklaları
görmemizi sağlıyor. Son 12 yılda Müslümanların yararına yapılan özgürlükler göz
dolduruyor. Baskılarla dolu onca yılın ardından kurulan bu “Yeni Türkiye”, muhafazakâr
bir lider tarafından yapılınca daha duygusal sonuçları doğuruyor.
Sayısı yüzde 90’lara oynayan Müslüman kesimin
başında bir Müslüman var. Buraya kadar ideal bir ülke. Devlet ise demokratik ve
laik. Peki Yeni Türkiye’nin sunduğu Müslüman modeli ve devleti nasıl? Kendisine verilen sınırlar içinde "özgürlüğünün"
tadını çıkarıp, yiyip, içip, gezip tozmaktan beyni uyuşmuş, sömürülen
halklardan haberi olmayan, laikliğe entegre olmuş, İslamî değerlerle milli değerleri
harmanlamış ve kutsallaştırmış vatandaş. Yalnız rest çekmekten anlayan ama
şahsi bir tavrı olmayıp diğer devletlere ayak uydurmaya çalışan, demokrasi
zokasını yutmuş bir devlet.
Ta 2003'ten beri; Irak tezkeresinde iktidarın
tavrı, aslında bizim neden hükümeti desteklemediğimizin açık bir özeti: Ilımlı İslam politikası. Kendi içinde muhafazakâr,
dış dünyaya sembolik katkısı olan, Amerika’nın hoşuna giden laik ve demokratik
bir ülkeyiz. Bundandır muhalefetimiz.
Türkiye’nin özeti: "Liselerde başörtüsü
serbest olmuş, Suriye’de başörtülü bacılarımızın başına bomba yağarken bize
ne?"
-----
Ne diyordu Seyyid Kutub: “Batılılardan nefret ediyorum, Amerika’dan nefret ediyorum; ama daha
çok Amerika’nın vicdanına sığınan Müslümanlardan nefret ediyorum.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder