24 Şubat 2017 Cuma

Fikirler Arası Cereyan

Üniversiteye başladığımda İlim Yayma Yurdu'nda kalıyordum. 2 senem yurtta geçti. Elde bilgisayar yok, telefon dandik, kimseyi tanımıyorum, okul-yurt arası mekik dokuyorum… Derken biri gelip "Bizim ilahiyatçılar menzil çay ocağında takılırlar genelde, oraya git" dedi. Yurtta kaldığım iki sene içinde menzilde çok uzun süre takıldım. Haftanın en az 5 günü orada geçerdi ki bu abartı değil. Yapacak iş de yok. Akşam 8 de olsa gider, oturur, 217 bardak çay içer kalkardım (sonradan gördüm ki oraya giden tek ilahiyatçı da bendim). Tabi şöyle bi şey var; ben üniversiteye geçene kadar tarikatlar hakkında hiç pratik bilgim yoktu, tarikat mensubu biriyle tanışmamıştım, zırcahildim bu konuda. Hatta o kadar menzil çay ocağının kimlerden olduğunu bilmiyordum ki, beni orada sürekli görüp muhabbet eden çaycı Hasan abi "bak burası Gavs-ı Sani hazretlerinin çay ocağıdır" diyene kadar da buranın tarikata bağlı bi dükkân olduğundan habersizdim. Neyse, 2 sene boyunca sürekli menzilcilerle konuştum, gencinden yaşlısına ve türlü türlü mensubuyla muhabbet ettim. Her gün de ordayım, oraya gelenler de belli, tabi beni de sürekli görünce "nerde okuyon, memleket nere"yle başlayan muhabbetlere dalıp durdum. Ve tam 1 sene boyunca defalarca beni kendilerine almak istediler; "Adıyaman'a bi git, anlatıldığı gibi olmadığını görcen" falan dediler ki Allah'ın hakkımda yazdığı kaderdir; o dönem de kafamın en karışık olduğu dönemdi. Bi ara kendimi çok kaptırıp "ya bu adamlar bu kadar anlatıyorlar, katılıyorlar ve canhıraş davet ediyorlar, yoksa bunların ki doğru olmasın" diye haftalarca düşündüm, ciddi ciddi beynimi kemirdim.

Allah'ın hakkımda yazdığı yazgıda, aynı dönem içinde her türlü İslami anlayış, ideoloji ve İslami denilen fikirle tanıştım: İslami felsefe, hadis inkârcılığı, bidate boğulmuş dini yaşam, selefilik, antikapitalist İslamcılık, muhafazakârlar, Mavera Gençlik Hareketi'nin kızlı erkekli karışık düzenlediği sonraları partilere dönüşen sohbetleri, radikallik, edipyükselizm... Ne kadar fikir varsa hepsiyle peşpeşe yüzleştim. Bunlar yanıltmasın; bu fikirlerin mensubu olmadım, merak sardım anlamında, sadece duydum ve tanıdım. O ara çok araştırdım hepsini ve de asıyorum kesiyorum falan, bi de Müslümanların öğrenci evinden çıkmışım, o lâ senin, bu tağut benim... Bi yanda din sosyolojisinde Karl Marx ya da Muaviye'nin askerlerinin mızraklarına ayetler yapıştırması tartışmaları; öbür yanda Nouman Ali Khan ve Edip Yüksel; diğer yanda "Hz. Âdem’in babası var mıdır", “Diyanet hıyanet midir?”, "Daru’l Harp’ta cumaya gitmek farz mıdır"; bunlara tarikatlar, ikiz kuleler, Suriye direnişi, newroz kutlarken göbek atan başörtülüler, "Buhari'yi çıkaralım, fıkhı yeniden yazalım"lar ekleninceee kafam oldu Charlie Hebdo. Yemin ederim. Bi de ben de alevliyim böyle. Bi yanda Hasan el-Benna sohbeti veriyorum, diğer yanda "oy kullanmak ehveni şer midir" tartışmaları, Çorum meydanda "katil İsrail Filistin'den defol!" naraları, Facebook'ta Selahattin Demirtaş'a lanetler falan. Yani kafam karışık, fikirlerimi de hiç oturtamamışım ama öyle sessizce de beklemiyorum, olayların içindeyim, hep bi aksiyon. Zaten her gün ayrı bi hoca çıkıyor; Caner Taslaman, Mehmet Okuyan, Faruk Beşer, İhsan Şenocak, Cübbeli Ahmet, Alparslan Kuytul, Ebubekir Sifil... Daha çok var da aklıma gelmiyor şimdi hepsi. Hepsinin ayrı sohbetleri, gündem olmalarına müsebbib yenilikçi ya da cedele götüren fikirleri var, “Falanca hoca böyle demiş, senin bu konu hakkındaki görüşün ne?” ile başlayan ve bittikten sonra kimseye hiçbir yararı olmayan, sadece kimin ne kadar haksız olduğunu kendine göre mukayese ettiğin, büyütülmüş tartışmalar... Sancaktar okuyorum tabi bi de. Seyyid Kutub da düşmüyor ha elimden. O ara kimi abi/rehber edineceğimi de şaşırmışım. "Şia'nın da Allah belasını versin" durumları. Twitter'da takıla takıla doğru dürüst bilgi sahibi olmadığım El Kaide'yi de takım tutar gibi savunuyorum... Tabi hayatta herkesin bi gayesi var, kimse "ben şeytana hizmet edicem" demez. Savunduğu doğrusunu niye savunur, neleri sorgulamıştır, neler yaşamıştır, neden böyle söyler; bunları da hesaba katıyorum tabi... Haliyle kafayı yedim. Çünkü –durumun izahını mübalağasız yapmak gerekirse- zihnimi yokuş aşağı vurdura vurdura sonunda tosladım. En nihayetinde bir müddet arayış içinde kaldım, ardından içinde bulunduğum tüm durumları sorgulamaya başladım; "niye mezhepler var, nerden biliyoruz doğru olduğunu bize doğru denilenlerin, Peygamberimiz'e 'efendimiz' dersek şirk olur mu, rabıta neydi, rabıta emekti"... Allah "ipime sımsıkı sarılın" diyor, her grup "biz o ipe tutunduk, siz gelin" diyor. Fakat hepsinin itikadi olarak ayrıldığı derin noktalar, uygulama ve metodoloji sistemi var, hepsinin de aklının yanında sunduğu nasslar var. Edip Yüksel de ayet gösteriyor, Bayındır da, İslamoğlu da. Hakan Albayrak da "ben Müslümanım" diyor, Abdurrahman Dilipak da, Rıdvan Kaya da, Cihan Aktaş da, Mehmed Göktaş da, Hamaney de, Erdoğan da, Gannuşi de, Nureddin Yıldız da.

Doğal olarak güvensizlik oluştu; önce sadece Müslümanlara, sonra genelinde insanlığa karşı ehemmiyetimi yitirdim. Ben de bu yoğun ve gürültülü gündeme karşı susmayı tercih ettim. Alevli, büyük puntolu yazılar, altı çizili iddialardan uzak durmaya karar verdim. Sadece var olanı izlemeye, eleştirmemeye ve yorumlamamaya çalıştım. Artık fikirleri ve onların sahiplerini anlamayı denemenin benim için faydasız olduğuna, "ne oldu da bu insan bunu düşündü" demenin kâfi gelmediğine kanaat getirdim. Bugün görüldüğü sanılan şeyin, yarın geri dönüşü olmayan yolda pişman olmayacakmışçasına, hata payı bırakmadan bir gazla yorumlanmasından imtina etmeye; sadece iki hafta önce herkesi öfkelendirip sert ve yıkıcı konuşmalar yaptıran, ahirinde herkesin çabucak unuttuğu meselede edilecek bir lafın geri dönmesinden endişe etmeye; bir ağacın gölgesinde dinlenme süresinde geçen dünya hayatında heveslenip konuşulanların akışına kapılmaktan korkmaya ben sivil itaatsizlik dedim. Akıntılı suya karşı verilen mücadelede, bir tavır haline getirdiğim sükûtu, sivil itaatsizlik ile sürdürmeye niyetliyim (en azından şimdilik böyle düşünüyorum).

Eh yoruldum be. Anlatmaktan da, dinlemekten de, oradan oraya savrulup “Hangisi doğru bunların ağbi” demekten de bıktım. En çok da; en basitinden başlayıp en şaşalısına kadar giden fikirlerin; günlük hayata uygun olmadığını veya yaşanılmadığını görmekten bıktım; hep bi idealizm, hep bi ütopya... Ama insanlar da bıktırdı ki beni zaten. Kime güveneceğimi bilemez hale geldim. Sevdiğim, saygı duyduğum insanların isteyerek ya da istemeyerek uğrattığı hayal kırıklıkları da az değildi. Tabi inzivaya da çekilmedim, dünyadan elimi eteğimi çekmeye henüz niyetim yok (tamam Karadeniz'de yayla manzaralı, sobalı bi eve falan kaçayım diyorum ama ömrümün sonuna kadar değil, bi 80 sene için falan). O yüzden pek konuşmuyorum artık, heyecanımı yitirdim biraz. Sonunda geldiğim kıvam şu oldu: "Bir kadeh sessizlik doldurdum, daldım gittim semaya / Güz geçti, bahar geçti derken bir gün daha görsek ne âlâ"

Daha önce de dediğim gibi dün yaptığım şeyi doğru olduğuna inanarak yaptım, bugün de yapıyor olduğum şeyi doğru olduğuna inanarak yapıyorum.

________________________________________
Ben bu fikirler arası cereyanımı, kayboluşumu, serüvenimi yazdım; zira fitne, soru işareti, ahkâm kesme ringi, vakit kaybetme düzeninin varlığından herkesin haberdar olmasını, benim gibi pek çok arkadaşın düştüğü bu dipsiz garabeti, naçizane gösterebildiğim ölçüde, görmesini istedim. Yanlış anlaşılmanın önüne geçmek için de eklemek istiyorum: Bu yolun insanı pes ettirecek bir yönü olduğundan bahsetmek ya da bir şeyleri kanıtlamak gibi bir hedefim olmadığını söylemek zorundayım.

Yazının sonunda; mücadele azmimi büyük oranda kaybettiğim ve vazgeçtiğim için beni suçlamakta haklı olmanız pek tabiidir. Ama öyle diyordu bir mütevettir: “Uçabildiğini kimseye söyleme, öyle bir inanmazlar ki, düşersin.” Bu minvalden baktığımızda ben uçmayı hiç denemedim. Ancak Nasreddin Hoca misali: Oğlumla eşeğin üstüne bindim, eleştirdiler; tek başıma bindim, eleştirdiler; yalnız oğlumu bindirdim, eleştirdiler; ikimiz de binmedik, eleştirdiler :) Okuduğunuz için Allah razı olsun. Saygılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder