Bu hayata bir kere gelip milyarlarca
insanın hiçbir zaman sahip olamayacağı kusursuz nimetlere sahip olma nasibine
erişenler var. Pilot olup dünyada, bir günde gördüğünü pek çoğunun ömür boyu göremeyeceği
şeylere müşahede etmek bir yana; dünyayı galaksiden seyretmek de var bu
nimetler arasında. En değerli zümrüt ve yakutları elinde bulundurmak da, seyyah
olup doğayla ve mimariyle tanışmak da, büyük devlet adamı olarak herkesçe
bilinmek de, tarihe ve gelecek nesillerin kitaplarına adını yazdıracak bir
niteliği taşımak da, dünyaca ünlü olmak da, en bilinmez denklemleri çözmeye
çalışan dehayı kafada tutmak da, develerle altınların olduğu sandıkların
anahtarlarını taşıyacak kadar zengin olmak da... Çok garip değil mi? Ben birkaç
yıldır bunu düşünüyorum ve anlayamadıkça daha da garipsiyorum. Bir yanda önündeki
birkaç gün daha yaşamak için para kazanmayı, bombalanan evine bir daha asla gidemeyecek
olmayı, anne-baba sevgisini hiçbir zaman tadamamış yetimliği, karın tokluğuna
çalıştığı işte bu dibi görmemiş üst düzey insanlara hizmet etmeyi, isimsiz bir
mezarda yatıyor olmayı düşündüğümde manzara daha da acılaşıyor.
Düşün bir kez: Bu hayata yalnızca bir kez
geleceksin ve dünyaya yön verebilecek donanıma, birikime sahip de olabilirsin;
kendine -ve eğer biraz şansın varsa etrafındaki birkaç insanın hayatına-
katkısı olan sıradan(!) biri de. Bunu idrak edemiyorum çünkü. Ömrünün hatırı
sayılır bir bölümünde kendini çok iyi yetiştirdiğiyle, başka insanların kalbine
dokunduğu ve rehber edinilmiş olduğuyla övünen bir akademisyen olabilirim ama
bu beni, gece yastığa başını koyduğunda gelecek günlerinin tasasını çekmekle
iştigal etmeyen turşucudan daha nasipli yapmaz. Kaldı ki akademisyenin çok
kaka, turşucunun da çok mülayim olduğu da net değil -ki ben bunu da idrak
edemiyorum. Ama stratosfere çıkıp, helikopterden boşluğa atlayıp paraşütle Zakynthos
sahiline inen ve berrak denizin dehlizlerinde balıklarla yüzerken fotoğraf
çekilen gençlerin, bu dünyada neyin yokluğunu çektiklerini de idrak edemiyorum.
En çok da nelerin gerçekten nimet olduğunu anlayamamamı garipsiyorum. Beni bu
hayata; 100 metre koşusunda rekortmen yahut senfoni bestecisi yahut bilyoner
veya kulağı, gözü, ayağı vb. vücudunda noksanı olan bir kulu olarak getirmeyen
Allah, benim neyimi diğerlerinden farklı yarattı?
Anlayamıyorum. Anlayamadıklarımdan biri de
şu: Mevzu bahse temelden yaklaşırsak hızlı yoldan para kazanan insanlar varken
sen niye hiç bunu beceremiyorsun ve Allah ona bu gücü verirken ondan neyi aldı
ya da sana ne verdi? Kafam buna da çok takılır. Birinde gördüğün meziyete imrenip
“acaba onda eksik olan ne” ve “acaba bendeki meziyet ne” diye düşünme hastalığı bu.
Şu işi görüyor musun? 75 sene yaşayıp
tarihin akışına ve gelecek olan insanlığa yön verebilecek birisi de olabilirsin
ama sen evsizlere çorba dağıtmayı tek fani gaye haline getiriyorsun. Ve sonra
ölüyorsun...
Noksansız ve büyüleyici güzellikle
yaratılmış bu çok geniş evrenin içindeki dünyaya bir kez gelebilmek, insan
aklının alamayacağı devasa büyüklükteki âlemde yaşayıp nokta kadar yer etmeden
(ve yer ettiğini zannederek) göçmek ne acı...
keşke yaşamak tecrübesini tatmış olsaydık, acemi olmak bu dünya için ağır bir külfet.
Ama artık siz de ilginç buluyorsunuz değil
mi?
Son zamanlarda kafa yorduğum halde şuradaki
soru işaretlerini kelimelere istediğim gibi dökemediğimi fark ettim. Neyi
anlayamadığımı, anlatamıyorum.
...
Bu yazıyı başka bir yerde paylaştıktan sonra şu mesajı atan bir
dostum var: "Yazını okudum, sen gerçekten özel birisin, niye öyle düşünüyorsun?" Aslında şurada yazdığım şeyleri düşünürken ne kadar nankör ve bencil olduğumu da cümle aralarında hatırlatıyordum. Fakat bu, her halükarda nasipler arası cereyanıma mani değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder