12 Ekim 2017 Perşembe

Hayırlar ve Şerler Arası Cereyan

Bu hayata bir kere gelip milyarlarca insanın hiçbir zaman sahip olamayacağı kusursuz nimetlere sahip olma nasibine erişenler var. Pilot olup dünyada, bir günde gördüğünü pek çoğunun ömür boyu göremeyeceği şeylere müşahede etmek bir yana; dünyayı galaksiden seyretmek de var bu nimetler arasında. En değerli zümrüt ve yakutları elinde bulundurmak da, seyyah olup doğayla ve mimariyle tanışmak da, büyük devlet adamı olarak herkesçe bilinmek de, tarihe ve gelecek nesillerin kitaplarına adını yazdıracak bir niteliği taşımak da, dünyaca ünlü olmak da, en bilinmez denklemleri çözmeye çalışan dehayı kafada tutmak da, develerle altınların olduğu sandıkların anahtarlarını taşıyacak kadar zengin olmak da... Çok garip değil mi? Ben birkaç yıldır bunu düşünüyorum ve anlayamadıkça daha da garipsiyorum. Bir yanda önündeki birkaç gün daha yaşamak için para kazanmayı, bombalanan evine bir daha asla gidemeyecek olmayı, anne-baba sevgisini hiçbir zaman tadamamış yetimliği, karın tokluğuna çalıştığı işte bu dibi görmemiş üst düzey insanlara hizmet etmeyi, isimsiz bir mezarda yatıyor olmayı düşündüğümde manzara daha da acılaşıyor.

Düşün bir kez: Bu hayata yalnızca bir kez geleceksin ve dünyaya yön verebilecek donanıma, birikime sahip de olabilirsin; kendine -ve eğer biraz şansın varsa etrafındaki birkaç insanın hayatına- katkısı olan sıradan(!) biri de. Bunu idrak edemiyorum çünkü. Ömrünün hatırı sayılır bir bölümünde kendini çok iyi yetiştirdiğiyle, başka insanların kalbine dokunduğu ve rehber edinilmiş olduğuyla övünen bir akademisyen olabilirim ama bu beni, gece yastığa başını koyduğunda gelecek günlerinin tasasını çekmekle iştigal etmeyen turşucudan daha nasipli yapmaz. Kaldı ki akademisyenin çok kaka, turşucunun da çok mülayim olduğu da net değil -ki ben bunu da idrak edemiyorum. Ama stratosfere çıkıp, helikopterden boşluğa atlayıp paraşütle Zakynthos sahiline inen ve berrak denizin dehlizlerinde balıklarla yüzerken fotoğraf çekilen gençlerin, bu dünyada neyin yokluğunu çektiklerini de idrak edemiyorum. En çok da nelerin gerçekten nimet olduğunu anlayamamamı garipsiyorum. Beni bu hayata; 100 metre koşusunda rekortmen yahut senfoni bestecisi yahut bilyoner veya kulağı, gözü, ayağı vb. vücudunda noksanı olan bir kulu olarak getirmeyen Allah, benim neyimi diğerlerinden farklı yarattı?

Anlayamıyorum. Anlayamadıklarımdan biri de şu: Mevzu bahse temelden yaklaşırsak hızlı yoldan para kazanan insanlar varken sen niye hiç bunu beceremiyorsun ve Allah ona bu gücü verirken ondan neyi aldı ya da sana ne verdi? Kafam buna da çok takılır. Birinde gördüğün meziyete imrenip “acaba onda eksik olan ne” ve “acaba bendeki meziyet ne” diye düşünme hastalığı bu.

Şu işi görüyor musun? 75 sene yaşayıp tarihin akışına ve gelecek olan insanlığa yön verebilecek birisi de olabilirsin ama sen evsizlere çorba dağıtmayı tek fani gaye haline getiriyorsun. Ve sonra ölüyorsun...

Noksansız ve büyüleyici güzellikle yaratılmış bu çok geniş evrenin içindeki dünyaya bir kez gelebilmek, insan aklının alamayacağı devasa büyüklükteki âlemde yaşayıp nokta kadar yer etmeden (ve yer ettiğini zannederek) göçmek ne acı...

keşke yaşamak tecrübesini tatmış olsaydık, acemi olmak bu dünya için ağır bir külfet.
 
Ama artık siz de ilginç buluyorsunuz değil mi?

Son zamanlarda kafa yorduğum halde şuradaki soru işaretlerini kelimelere istediğim gibi dökemediğimi fark ettim. Neyi anlayamadığımı, anlatamıyorum.

... 

Bu yazıyı başka bir yerde paylaştıktan sonra şu mesajı atan bir dostum var: "Yazını okudum, sen gerçekten özel birisin, niye öyle düşünüyorsun?" Aslında şurada yazdığım şeyleri düşünürken ne kadar nankör ve bencil olduğumu da cümle aralarında hatırlatıyordum. Fakat bu, her halükarda nasipler arası cereyanıma mani değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder