İslam dünyası her zamanki gibi ölüyor.
"Son zamanlarda biraz rahatız" demek de hata, "hiç olmadığı
kadar çok zorlanıyoruz" demek de.
Çeçenistan, Afganistan, Bosna gibi
memleketlerdeki zulüm ve buna karşı verilmiş olan veya halen verilmekte olan
mücadele, uzun zamandır hepimizin bildiği gerçeklerden. Cezayir, Güney Afrika
Cumhuriyeti, Nijerya, Somali, Irak gibi memleketler hakkındaysa ya habersiz
olma ya da fasık/batı kaynaklı haberlere itibar etmekten ötürü yanlış bilme
durumu var. Doğu Türkistan, Myammar, Arakan gibi memleketler ise kesin şekilde
bir mücadeleden bahsedilemeyen fakat eziyetlerin çok yüksek olduğu ve pek çok
kimsenin haberdar olduğu yerler. Arap Baharı'nın ardından resmen başlayan
Libya, Mısır, Suriye direnişleri konusunda ise pek çok kimse ya olaylardan
siyasi şekilde nemalanma peşinde, ya gerçekten neler döndüğünden habersiz, ya
da kime destek vereceğini bilemeyecek durumda. Aslında o kadar çok memleket var
ki...
İslam coğrafyasında rahat memleket, bir bizimkidir
herhalde (kıyısından köşesinden bir de İran). Belki de bu yüzden; rahat olmayı
öğrendiğimizden birbirimizi yemeye fırsat buluyoruz. Oturduğumuz yerden İslam
coğrafyasında kan ve vahşete sebep olanlara tepki göstermek için facebook postu
hazırlıyor, Kemalistlere çatıp zulmün karşı
durmayanlara laf çakarak etkileşim peşinde koşuyor, zulüm ile abad olunamayacağının,
evinde iftar yapmak isterken şehit edilen kişinin cennet kapısını araladığının,
annesiz kalan çocuğun gözyaşının edebiyatını yapıyor, belki hiç görmeyeceğimiz uzaktaki
bir kişinin söyledikleri hakkında onu kınıyoruz. Durum şu ki; rahatlık bize güzel konuşmayı ve zalimi
rahatsız etmeden kınamayı öğretti.
“Müslümanların ortak yarasının, hemen herkesin
aynı safta olduğunun iddia edilebildiği tek yer Filistin” desek pek de
isabetsiz bir iş yapmayız (Kassam füzelerini görünce herkesin sevinç yaşaması
buna delalet ediyor). En azından Filistin’deki direnişe ve İsrail’e saldırıya, topluca
bir tepki verildiğini görmüyoruz. Yukarıda saydığımız memleketlerdeki direnişin
çoğuna genel bir eleştiri getirilse de Filistin konusunda hepimiz İsrail karşısındayız
(ümmetin Filistin’e sağladığı bu iltimasın sebepleri uzun bir tartışma konusudur).
Anlatmak istediklerim aslında Filistin veya Müslümanların
çoğunlukta olduğu ve eziyet gördüğü diğer bölgeler değil. Konumuz Türkiye Müslümanlarının zulme bakışı ve duruşu.
Türkiye’nin rahat bir ülke olduğunu düşünürsek, şuan için kendisinde ağır
şartlarda bir yaşam olmadığını görürsek içindeki insanların birbiriyle
didişmesinin sebebini de ortaya koyabiliriz. Peki bu insanlar nasıl didişiyor? Örneğin
Filistin’e bomba yağarken biz ne yapıyoruz da buna “kendi içimizdeki kavgalar”
diyoruz?
Kimisi miting yapar da zalime karşılığını böyle
verir; kimisi “meydana çıkıp bağırmakla olmaz bu işler” der. Kimisi slogan atar
“katil İsrail, Filistin’den defol” diye; kimisi der “Sahabe bağırmış mı ‘katil
Ebu Cehil, Mekke’den defol’ diye”. Her bombalı saldırı haberinin ardından hatırı
sayılı kadar kişi “sessiz olun, Müslümanlar uyuyor” diye uyarır. Tabi “Ebabiller
nerede kaldı” şeklinde serzenişte bulunanı da var, Suriyeli kadının Gazzeli
kadına yaklaştığı, Gazzelinin “Gel kardeşim, ben de 40 yıldır Müslümanları
bekliyorum” dediği karikatürü paylaşıp altına yaptığı yorumlarıyla Müslümanlara
ayar çekeni de var. İzzetbegoviç’in "her şey bittiğinde hatırlayacağımız
şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır"
sözünü hepimize kapak yapmak için kullananları atlamıyoruz. Son zamanlardaki
trende göre; bombalı saldırılarda ölen çocukların fotoğraflarını paylaşıp “merak
etmeyin, sizin çocuğunuz değil” diye bir sosyal içerikli mesaj vermek de var.
Birbirimizin
samimiyetine, üslubuna, yaptıklarına dil uzatmakla, onları eleştirmekle o kadar
meşgulüz ki kendimizin ne yaptığını sorgulamaya vakit bulamadığımız gibi büyük
resmi de göremiyoruz. Şuan herkes İslam’ın mensuplarına
açılan saldırılara karşı birbirini dürtükleyip “hadi göster tepkini” diyor
veyahut o tepkileri eleştiriyor. Fakat dünya,
susanlara susuyorsunuz diyenlerden geçilmiyor. Sonra ne mi oluyor? Egemen
ve katil güçlere dersini veremeyen farklı İslami gruplar birbirine saldırarak
hırslarını tatmin ediyor. Ama hepimizin elinde koca bir hiç. Asıl meselemiz, olmamız gereken yerde
olmayışımız ve bunun dilimize vurması.
Zulme sessiz kalmamak,
zalime karşı peygamber tavrını benimsemek, tarafsızlığın namussuzluk olduğunu
bilmek, yani kanlı olaylara “duyarlı” olmak ne yazık ki bir süre sonra gösterişe
dönüyor. Enlemesine incelediğimizde
görüyoruz ki; yapılanları seyretmekten başka elimizden bir şey gelmiyor.
Biz her ne kadar boykot mallarını kullananları eleştirsek, boykotun
gerekliliğini anlatsak, videolar paylaşıp resimler yüklesek, meydanlara çıkıp
lanetler okusak da pratikte gerçekten “durdurma”
gücümüz yok. Siyasal arenada İslam’a karşı küresel bir saldırı var ama ne var ki
küresel bir direniş ya da savunmamız bulunmuyor. En azından gerçekçi bir
yaklaşıma sahip olmak gerek. Müslümanlara yapılan bu haksızlıkları durduramadığımıza
göre zalimi alaşağı ettiğine inanılan bela okumalı twitler atmaya, ölü sayısını
belirtip “ne zaman dirileceğiz” diye ayar vermeye, hashtagler sayesinde
füzelerin atılmasına engel olmaya, duanın tek silah olduğunu düşünmeye ve birilerini
harekete geçirmeye ara vermeliyiz.
Net şekilde anlaşılması
gereken konular var. Bombaların twitlerle durdurulma ihtimalini unutmak gerek. Esed’in
katliamını izleyenlerin, başka Müslümanlarca Netenyahu’ya karşılık vermesini
beklemek komik olur. Nihayetinde her
saldırı ardından eylemlerimizi değil, söylemlerimizi arttırıyor, güzelleştirme
çabası içine giriyoruz. Daha yumuşak dilli olanlarımızsa, tüm sene boykot
mallarını kullanıp ağır silahlar devreye girince geçici süreliğine sertleşiyor.
Oysa İslam davası ve direniş ruhu;
yalnızca bela okumak, coca colayı terk etmek, sms ile yardım göndermek,
dramatik fotoğraflara üzülmek, ölünün arkasından edebiyat yapıp dikkat çekmekle
sınırlı değildir. Zira yalnızca bunlardan ibaret olursa şuan ki durumdan
kurtulamaz, yani kâfirin her türlü
zilletini sineye çekmeye, zalimin tahtını hiçbir risk almadan ve rahatını
bozmadan devirmeye, kahrolmalarını beklemeye çalışırız.
Ancak bu demek değil ki, sessiz
kalacağız. Bu demek değil ki, yardım toplamaktan vazgeçeceğiz. Bu demek değil
ki, boykottan bahsetmeyeceğiz. Bu demek değil ki, Siyonizm’in belası ve
Filistin’in felahı için rabbe yönelmeyeceğiz. Daha ziyade İslam
davası ve ruhunu anlamaya, sonrasında yaşamaya vakit harcayacağız. Çünkü
zalimlerin karşılaşmak istemediği hakiki tehlike, bilinçli bireylerin ve
bilinçli eylemlerin harekete geçmesidir. Asıl bu bilinç yeniden kıyama kalkarsa
batı uygarlığı yenilmeye yüz tutacaktır.
Not: Anlatmak
istediklerimi tam anlamıyla ifade edemediğimi düşünüyorum, daha fazla detaya
girmek ve anlatmak istediğime ulaşmak için bir şeyler yazsam cümleler tekrar
ediyor. Rabbim bu kadarını nasip etti, inşallah yanlış anlaşılmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder