13 Temmuz 2014 Pazar

Rahatlık; Bize Güzel Konuşmayı ve Zalimi Rahatsız Etmeden Kınamayı Öğretti

İslam dünyası her zamanki gibi ölüyor. "Son zamanlarda biraz rahatız" demek de hata, "hiç olmadığı kadar çok zorlanıyoruz" demek de.

Çeçenistan, Afganistan, Bosna gibi memleketlerdeki zulüm ve buna karşı verilmiş olan veya halen verilmekte olan mücadele, uzun zamandır hepimizin bildiği gerçeklerden. Cezayir, Güney Afrika Cumhuriyeti, Nijerya, Somali, Irak gibi memleketler hakkındaysa ya habersiz olma ya da fasık/batı kaynaklı haberlere itibar etmekten ötürü yanlış bilme durumu var. Doğu Türkistan, Myammar, Arakan gibi memleketler ise kesin şekilde bir mücadeleden bahsedilemeyen fakat eziyetlerin çok yüksek olduğu ve pek çok kimsenin haberdar olduğu yerler. Arap Baharı'nın ardından resmen başlayan Libya, Mısır, Suriye direnişleri konusunda ise pek çok kimse ya olaylardan siyasi şekilde nemalanma peşinde, ya gerçekten neler döndüğünden habersiz, ya da kime destek vereceğini bilemeyecek durumda. Aslında o kadar çok memleket var ki...

İslam coğrafyasında rahat memleket, bir bizimkidir herhalde (kıyısından köşesinden bir de İran). Belki de bu yüzden; rahat olmayı öğrendiğimizden birbirimizi yemeye fırsat buluyoruz. Oturduğumuz yerden İslam coğrafyasında kan ve vahşete sebep olanlara tepki göstermek için facebook postu hazırlıyor,  Kemalistlere çatıp zulmün karşı durmayanlara laf çakarak etkileşim peşinde koşuyor, zulüm ile abad olunamayacağının, evinde iftar yapmak isterken şehit edilen kişinin cennet kapısını araladığının, annesiz kalan çocuğun gözyaşının edebiyatını yapıyor, belki hiç görmeyeceğimiz uzaktaki bir kişinin söyledikleri hakkında onu kınıyoruz. Durum şu ki; rahatlık bize güzel konuşmayı ve zalimi rahatsız etmeden kınamayı öğretti.

“Müslümanların ortak yarasının, hemen herkesin aynı safta olduğunun iddia edilebildiği tek yer Filistin” desek pek de isabetsiz bir iş yapmayız (Kassam füzelerini görünce herkesin sevinç yaşaması buna delalet ediyor). En azından Filistin’deki direnişe ve İsrail’e saldırıya, topluca bir tepki verildiğini görmüyoruz. Yukarıda saydığımız memleketlerdeki direnişin çoğuna genel bir eleştiri getirilse de Filistin konusunda hepimiz İsrail karşısındayız (ümmetin Filistin’e sağladığı bu iltimasın sebepleri uzun bir tartışma konusudur).

Anlatmak istediklerim aslında Filistin veya Müslümanların çoğunlukta olduğu ve eziyet gördüğü diğer bölgeler değil. Konumuz Türkiye Müslümanlarının zulme bakışı ve duruşu. Türkiye’nin rahat bir ülke olduğunu düşünürsek, şuan için kendisinde ağır şartlarda bir yaşam olmadığını görürsek içindeki insanların birbiriyle didişmesinin sebebini de ortaya koyabiliriz. Peki bu insanlar nasıl didişiyor? Örneğin Filistin’e bomba yağarken biz ne yapıyoruz da buna “kendi içimizdeki kavgalar” diyoruz?

Kimisi miting yapar da zalime karşılığını böyle verir; kimisi “meydana çıkıp bağırmakla olmaz bu işler” der. Kimisi slogan atar “katil İsrail, Filistin’den defol” diye; kimisi der “Sahabe bağırmış mı ‘katil Ebu Cehil, Mekke’den defol’ diye”. Her bombalı saldırı haberinin ardından hatırı sayılı kadar kişi “sessiz olun, Müslümanlar uyuyor” diye uyarır. Tabi “Ebabiller nerede kaldı” şeklinde serzenişte bulunanı da var, Suriyeli kadının Gazzeli kadına yaklaştığı, Gazzelinin “Gel kardeşim, ben de 40 yıldır Müslümanları bekliyorum” dediği karikatürü paylaşıp altına yaptığı yorumlarıyla Müslümanlara ayar çekeni de var. İzzetbegoviç’in "her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır" sözünü hepimize kapak yapmak için kullananları atlamıyoruz. Son zamanlardaki trende göre; bombalı saldırılarda ölen çocukların fotoğraflarını paylaşıp “merak etmeyin, sizin çocuğunuz değil” diye bir sosyal içerikli mesaj vermek de var.

Birbirimizin samimiyetine, üslubuna, yaptıklarına dil uzatmakla, onları eleştirmekle o kadar meşgulüz ki kendimizin ne yaptığını sorgulamaya vakit bulamadığımız gibi büyük resmi de göremiyoruz. Şuan herkes İslam’ın mensuplarına açılan saldırılara karşı birbirini dürtükleyip “hadi göster tepkini” diyor veyahut o tepkileri eleştiriyor. Fakat dünya, susanlara susuyorsunuz diyenlerden geçilmiyor. Sonra ne mi oluyor? Egemen ve katil güçlere dersini veremeyen farklı İslami gruplar birbirine saldırarak hırslarını tatmin ediyor. Ama hepimizin elinde koca bir hiç. Asıl meselemiz, olmamız gereken yerde olmayışımız ve bunun dilimize vurması.

Zulme sessiz kalmamak, zalime karşı peygamber tavrını benimsemek, tarafsızlığın namussuzluk olduğunu bilmek, yani kanlı olaylara “duyarlı” olmak ne yazık ki bir süre sonra gösterişe dönüyor. Enlemesine incelediğimizde görüyoruz ki; yapılanları seyretmekten başka elimizden bir şey gelmiyor. Biz her ne kadar boykot mallarını kullananları eleştirsek, boykotun gerekliliğini anlatsak, videolar paylaşıp resimler yüklesek, meydanlara çıkıp lanetler okusak da pratikte gerçekten “durdurma” gücümüz yok. Siyasal arenada İslam’a karşı küresel bir saldırı var ama ne var ki küresel bir direniş ya da savunmamız bulunmuyor. En azından gerçekçi bir yaklaşıma sahip olmak gerek. Müslümanlara yapılan bu haksızlıkları durduramadığımıza göre zalimi alaşağı ettiğine inanılan bela okumalı twitler atmaya, ölü sayısını belirtip “ne zaman dirileceğiz” diye ayar vermeye, hashtagler sayesinde füzelerin atılmasına engel olmaya, duanın tek silah olduğunu düşünmeye ve birilerini harekete geçirmeye ara vermeliyiz.

Net şekilde anlaşılması gereken konular var. Bombaların twitlerle durdurulma ihtimalini unutmak gerek. Esed’in katliamını izleyenlerin, başka Müslümanlarca Netenyahu’ya karşılık vermesini beklemek komik olur. Nihayetinde her saldırı ardından eylemlerimizi değil, söylemlerimizi arttırıyor, güzelleştirme çabası içine giriyoruz. Daha yumuşak dilli olanlarımızsa, tüm sene boykot mallarını kullanıp ağır silahlar devreye girince geçici süreliğine sertleşiyor. Oysa İslam davası ve direniş ruhu; yalnızca bela okumak, coca colayı terk etmek, sms ile yardım göndermek, dramatik fotoğraflara üzülmek, ölünün arkasından edebiyat yapıp dikkat çekmekle sınırlı değildir. Zira yalnızca bunlardan ibaret olursa şuan ki durumdan kurtulamaz, yani kâfirin her türlü zilletini sineye çekmeye, zalimin tahtını hiçbir risk almadan ve rahatını bozmadan devirmeye, kahrolmalarını beklemeye çalışırız.

Ancak bu demek değil ki, sessiz kalacağız. Bu demek değil ki, yardım toplamaktan vazgeçeceğiz. Bu demek değil ki, boykottan bahsetmeyeceğiz. Bu demek değil ki, Siyonizm’in belası ve Filistin’in felahı için rabbe yönelmeyeceğiz. Daha ziyade İslam davası ve ruhunu anlamaya, sonrasında yaşamaya vakit harcayacağız. Çünkü zalimlerin karşılaşmak istemediği hakiki tehlike, bilinçli bireylerin ve bilinçli eylemlerin harekete geçmesidir. Asıl bu bilinç yeniden kıyama kalkarsa batı uygarlığı yenilmeye yüz tutacaktır.


Not: Anlatmak istediklerimi tam anlamıyla ifade edemediğimi düşünüyorum, daha fazla detaya girmek ve anlatmak istediğime ulaşmak için bir şeyler yazsam cümleler tekrar ediyor. Rabbim bu kadarını nasip etti, inşallah yanlış anlaşılmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder